Yıldırım, Cemal (2010) Bilim Felsefesi Üzerine Seçme Yazılar

Bilimsel Düşünmede İlk Adım

Bir araştırmanın en çetin bölümünü ilk aşaması oluşturur. Sonraki aşamalarda ne denli etkin yöntemler kullanılırsa kullanılsın, eğer ilk adım yanlış ya da yüzeysel nitelikte ise, durumu düzeltmenin olanağı yoktur asla…

Bizi bilim adamının gerçek dehasının her şeyden çok attığı ilk adımda kendini gösterdiğine inandıran pek çok nedenler vardır. Galileo, Lavoiser veya Einstein gibi üstün bir yeteneği niteleyen özellik, sonuca ulaşmadaki düşünce ve çabada gösterdiği yalınlık değilse, nedir? Bunlardan her birinin karşılaştıkları durumda temel noktayı yakalayıp, kendisinden önce gelenlerin başa çıkamadığı problemin ruhuna kestirmeden indiklerini görüyoruz…

Tüm önemine ve güçlüğüne karşın, araştırmada başlangıç aşaması yeterince üzerinde durulan bir konu olmamıştır. Bilim adamları deney yapmanın tekniklerini bilirler, yeter ki, neyi deneyeceklerini bilsinler. Aynı şekilde, teorik fizikler ile salt matematikçiler de mantıksal çalışmaların ve ince hesaplamaların yollarını bilirler, yeter ki hangi öncüllerden ya da temel varsayımlardan kalkacaklarını belirlemiş olsunlar. Her araştırmada ilk aşamayı izleyen bölümlerde hangi yöntemlerin kullanılacağı bellidir. Bunlara ilişkin sayısız kitap yazılmıştır. Fakat tüm bu yöntemler arasında araştırmamız açısından en etkin olanlarını seçmek ve bu yöntemlerle işleyebileceğimiz olguları belirlemek için ilk adımımızı nasıl atacağımız konusunda metodoloji ile ilgili ders kitap kitapları ya tam bir sessizlik içindedir, ya da bir yazarın söylediği bir başkasının söylediğini tutmamaktadır.

Yöntem üzerinde klasik sayılan otoritelere başvurduğumuzda aldığımız birbirini tutmayan yanıtlar da göstermektedir ki araştırmada ilk adım aydınlatılmaya muhtaç bir sorundur. Ele alacağımız dört örnek bunu göstermeye yeter. Bunlar sırası ile Francis Bacon, René Descartes, Morris Cohen, John Dewey’dir.

  • Francis Bacon

Ünlü özdeyiş’lerinde Bacon görüşünü şöyle açıklıyor:

 

ÖZDEYİŞ

I

                Doğanın hem kulu hem yorumlayıcısı olan insanoğlu, doğanın işleyişini gerçekte ve düşüncede gözlemlediğince ve yalnız o kadar anlayabilir. Bunun ötesinde ne bir şey bilir, ne de bir şey yapabilir.

IX

                Bilimde neredeyse tüm kötülüklerin nedeni ve kökeni şudur: İnsan aklının gücünü yanlış yere yüceltip göklere çıkardığımız halde, ondan gerçek anlamda yararlanma yollarını aramayı savsaklarız.

XII

                Yürürlükte olan mantık, gerçeği bulmamıza yardım edeceğine, kökleri yaygın kavramlarda yatan birtakım hataları pekiştirmeye ve onlara süreklilik kazandırmaya yaramaktadır. Bu yüzden yarardan çok zarar vermektedir.

XIV

                Tasım önermelerden, önermeler sözcüklerden oluşur, sözcükler ise kavramların simgeleridir. O halde, eğer kavramların kendisi karışık ve olgulardan aceleye gelmiş soyutlamalarsa, bunlara dayanan mantık yapısı sağlam olmaz. Bu nedenle gerçek indüksiyon tek umudumuzu oluşturmaktadır.

XIX

                 Doğruyu aramanın ve bulmanın iki ve ancak iki yolu vardır. Biri, duyu verilerinden, tek tek olgulardan en genel aksiyomlara sıçramakta, sonra da kesin doğru saydığı bu ilkelerden birtakım yargılara ve orta-düzeyde aksiyomlara inmektedir. Şimdi moda olan yol budur. Öteki yol yargıları duyu verilerinden ve tek tek olgulardan çıkararak, sağlam ve kesintisiz adımlarla sonunda en genel aksiyomlara erişmek biçimini almaktadır. Doğru olan, ama henüz denenmemiş yol işte budur.

XX

                Kendi başına kalan akıl, mantıksal düzene uygun giden yolu, yani birinci yolu tutar. Çünkü akıl en yüksek genellemelere sıçramaya ve orada kalmaya can atar; çok geçmeden de deneyi can sıkıcı bulmaya başlar. Üstelik, mantık da düzenli ve ağır başlı görünümlü tartışmalarıyla bu yanlış gidişi destekler.

XXII

                Sözünü ettiğimiz iki yol da duyu verilerinden ve tek tek olgularından yola çıkarak genellemelere ulaşır: ne var ki, aralarındaki fark çok büyüktür. Şöyle ki, biri olgusal verilere ayaküstü bir göz atmakla yetinir; diğeri onlara gereğince ve düzenli bir biçimde yerleşir. Gene biri hemen bir takım soyut ve yararsız genellemelere bağlanır; diğeri yavaş adımlarla doğa düzeninde varlığı bilinen sonuçlara ulaşır.

XXIV

                Zihinsel tartışmalarla kurulan aksiyomlardan yeni olgular bulmamız olanaksızdır. Doğanın inceliği, aklın inceliğini kat kat aşar. Ama, olgulara dayanılarak oluşturulan aksiyomlar bizi kolayca yeni olgulara götürür, böylece de bilim eylem gücü kazanır.

XXVI

                Düpedüz doğaya uygulanan salt akıl yargılarına hipotez diyorum. (Bunlar ihtiyatsızca oluşturulan ham düşüncelerdir.) Öte yandan, doğru ve yöntemsel biçimde olgularda çıkarılan yargılara, ayrımı kolaylaştırmak için, doğayı yorumlama diyorum.

XXX

                Geçmiş çağlarım tüm akıl ürünleri biraraya gelip birleşse de bunlara dayalı hipotezlerle bilimde hiçbir ilerleme sağlanamaz. Çünkü aklın başlangıçtaki aşırı yanlışlıklarını, daha sonraki yetkin ve düzenli işlemlerle giderme olanağı yoktur.

XL

                 Zihnimize yerleşmiş yanlış fikirlerden kurtulmanın en iyi yolu kavram ve aksiyomlarımızı gerçek indüksiyonla oluşturmaktır, kuşkusuz. Ayrıca, bunları ortaya çıkarmak da son derece yararlı olur.

Sorumuz şudur: Bir araştırmaya girişirken ilk yapmamız gereken şey nedir? Bu soruya Bacon’un verdiği yanıt açıktır: Kişi tüm peşin yargıları ya da yanlış fikirleri bir yana bırakarak indüktif yoldan gitmelidir. XXVI Özdeyiş’de her türlü ön-yargı ya da hipotezlerle “doğaya yaklaşımdan kaçınılması” öğütleniyor. Ayrıca, yerleşmiş “hataları pekiştirmeye ve onlara süreklilik kazandırmaya” yaradığı için bilimsel mantık da bir yana atılmalıdır, ona göre.

(b)  René Descartes

Metod Üzerine Konuşma adlı kitabında Descartes, “Avrupa da en seçkin okullardan birinde” eğitilmiş olmasına karşın, çağının geleneksel bilgilerinin kendisinin nasıl hayal kırıklığına uğrattığından söz eder. Aristoteles’in duyu verilerini aşırı uygulamasına, gözlemleme, betimleme ve sınıflama yöntemleri ile doğa bilimlerine kurmasına karşın ona dayanan geleneksel bilimler 17’nci yüzyılda işlerliklerini yitirmişlerdi. Daha çok hayale hitap eden insan bilimleri de birbirine ters düşen ve de geçerliği kuşkulu birtakım değerleri dile getirdikleri için aynı şekilde doyurucu olmaktan uzaktılar. Felsefede ise, “tartışılmayan, dolası ile kuşku konusu olmayan tek bir doğru yoktur”…

Descartes tüm kuramsal ve pratik bilgiler içinde yalnı bir tanesini sarsılmaz görüyordu. “kesinliği ve akıl yürütmesinde dayandığı sağlam kanıtları nedeniyle matematiği son derece zevkli buluyordum; ancak henüz gerçek yararını anlayamamıştım. Öylesine sağlam temellere dayanmasına karşın, üstüne daha yüce bir yapıtın kurulmamış olması beni şaşırtıyordu. Matematiği sadece mekanik sanatlar için işe yarar sanıyordum.”

Descartes’e ipucu veren bu gözlemi onun daha sonra dedüktif akıl yürütmeyi vurgulamasını da belirleyen başlangıç olmuştur. Matematikçilerin dedüktif yöntemini, Bacon’un empirik veya indüktif yöntemine yeğlemesi buradan gelir.

Ne var ki, Bacon gibi o da geleneksel mantığın tanımsal akıl yürütmesini yetersiz bulur. … Hatta tek güvenilir saydığı matematiğin bile pekiştirilmeye muhtaç olduğunu belirtir… Yetersiz bulduğu geleneksel geometrinin ve modern cebirin yöntemleri yerine, bunların iyi yanlarından da yararlanan yeni bir yöntem oluşturmak çabasındadır. Yeni yöntemin dayandığı dört kuralı şöyle dile getirmiştir:

Birincisi, doğruluğunu açıkça görmediğim hiçbir şeyi doğru saymamak. Başka bir deyişle, ön yargılardan titizlikle sakınmak, aklıma, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek kadar, açık ve seçik gelenler dışında hiçbir şeyi kabul etmemek;

İkincisi, incelediğim her problemi elden geldiğince ve çözümüne elverecek biçimde bölümlere ayırmak;

Üçüncüsü, düşünmemi, en basit ve bilinmesi en kolay nesnelerden başlayarak en karmaşık bilgi katına adım adım çıkarırcasına düzenlemek, hatta birbirini izlemeyen şeyler arasında bile bir düzeni varsaymak;

Dördüncüsü, hiçbir şeyi gözden kaçırmadığıma emin olmak için incelememi elden geldiğince tam ve geniş tutmak.

İlk bakışta Descartes’ın yaklaşımı Bacon’unkinden farksız görünmektedir. Ancak, Descartes’ın andığımız bu dört kuralının daha sonraki uygulamaları gözönüne aldığımızda, Bacon’ın yaklaşımına olumsuz yanı dışında, tümüyle ters düştüğü açıkça ortaya çıkar.

Olumsuz yanı ile Descartes ve Bacon gibi geleneksel düşüncelerden kafamızın temizlenmesini ısrarla ister. … Bacon peşin yargılar yerine duyu verilerini koyma yolundan, oysa Descartes entelektüel kuşku yöntemini kullanarak amaca varılacağını önerir. Descartes’e göre, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek kadar açık ve seçik olan inançlarımızı ancak bilgi sayabiliriz. Descartes’ın yaklaşımının olumlu yanına gelince, bu açık ve seçik bilgilerden yola çıkarak adım adım tüm güvenilir bilgilerimizi kurma girişimi öngörmektedir. Bu, Bacon’da olduğu gibi indüktif yöntemle olgusal verileri toplama işlemi değil, matematikçilerin dedüktif yöntemine dayanan formal bir çıkarım işlemidir. “Yalnız matematikçiler doğrulara ispat yoluyla giderler… Onların yolundan gitmem gerektiği konusunda hiçbir kuşkum yok…” diyen Descartes, dört kuralını şu açıklaması ile tamamlar:

        Geometricilerin en çetin ispatlarına ulaşmak için izlemeye alışık oldukları uzun ama aynı zamanda basit ve kolay olan çıkarım zincirlerine baktığımda, başka alanlarda da bilgilermizin böyle çıkarım zincirlerine dayanması gerektiği bana kaçınılmaz bir zorunluluk olarak gelmektedir. Gerçekten, bu yoldan ulaşamayacağımız kadar uzak ya da bulamayacağımız kadar saklı bir doğru yoktur, yeter ki, yanlış fikirleri doğru sanıp yola çıkmayalım ve de bir adımdan diğerine geçerken çıkarımın gerekli düzenini korumuş olalım.

Böylece Descartes’ın sorumuza verdiği yanıt açıktır. İşlemimiz salt akılcı bir çizgi izler. İşe entelektüel bir kuşkuyla başlarız. Bilgimizi, hiçbir kuşkuya yer bırakmayan, doğruluğu açık ve seçik düşüncelerden mantıksal çıkarımla elde ederiz…

(c) Morris Cohen

Morris Cohen, bilim için hem Bacon’ın empirik yöntemini hem de matematikçilerin dedüktif yöntemini gerekli görmektedir… Onun (ve öğrenci Nagel’in) yaklaşımında da bir olumsuz bir de olumlu yan vardır. Olumsuz yan, alışılana sımsıkı bağlanma, otoriteye yaslanma ve sezgiye güvenme gibi yollardan kaçınmayı, olumlu yan ise, kendi kendini düzeltici, ve yeterince kanıt arayıcı bir tutumu içermektedir. Cohen ile Nagel’in öngördüklerin yöntemin niteliği nedir?

Bu sorunun yanıtını, kitaplarında bilimsel yöntemle ilgili bölümün başından yer alan şu alıntıda bulmaktayız (1): “Olguların ötesine geçmekten kaçınanlar olguların yakınına bile yaklaşamazlar. … Bilimde hemen her büyük adım doğanın işleyişne ilişkin bir tahmine, yani başlangıçta pek dayanaklı görünmeyen fakat sınama olanağı veren bir hipoteze dayanmıştır.” Görüldüğü gibi T.H. Huxley’in bu düşüncesi, Bacon’un hipotezi adeta yasaklayan katı olgusalcılığı ile bağdaşır nitelikte değildir.

Cohen ile Nagel, Huxley gibi, Bacon’a karşı çıkmaktadırlar. ´Olguları inceleyerek` gerçeğe varılabileceğini sanmak, ona göre, son derece yüzeysel bir görüşe dayanır. Bu görüş yüzeyseldir çünkü pratik ya da teorik bir problemin gözleminden yola çıkmayan hiçbir incelemenin başlamasına bile olanak yoktur.

“Karşılaşılan güçlük ya da probleme çözüm vadeden bir açıklama olmadıkça, inceleme sürecinde tek bir adım bile atamayız. Böyle bir açıklamanın kafamızda oluşmasına, ilişkin olduğu problemin niteliğini kavramamız ve bu konudaki bilgilerimiz yardımcı olur. Açıklamamızı bir örnek ile dile getirdiğimizde hipotez adını alır.

“Bir hipotezin işlevi, olgular arasındaki bağıntıları aramada bize yön vermesidir. Hipotez olarak biçimlenen açıklama probleme çözüm olabilir. İncelemenin görevi hipotezin gerçekten çözüm olup olmadığını ortaya çıkarmaktır.”

Cohen ile Nagel’in sorumuza verdikleri yanıt şimdi belli olmuştur: Araştırmaya bizi götüren problemden başlayarak hipotezler oluşturur, sonra da bu hipotezleri olguya vurarak denetleriz. Araştırmanın başlangıç aşamasında Bacon olgu toplamaya, Descartes doğruluğu apaçık bilgilerden mantıksal çıkarıma ağırlık verirken, Cohen ile Nagel hemen bir hipotez oluşturup bunun olgulara giderek irdelemeyi vurgulamaktadırlar.

  • John Dewey

Dewey, Logic: The Theory of Inquiry adlı yapıtında bilimsel araştırmayı şöyle tanımlar: “Araştırma, belirsiz bir durumu, yapısal ayrıntıları ve ilişkileri belirli bir duruma denetime bağlı dönüştürmedir, öyle ki, ilk durumun öğeleri birleşik bir bütün oluşturmuş olsun.” Bu “belirsiz durum”un hem doğada hem de kültürde yer alan bir konumu vardır. … Dewey’e göre, araştırmaya yol açan şey “belirsiz durumdur”. Özelliği belirsizlik, sorunsal, açıklanmaya muhtaç olmasıdır. Üstelik bu önel değil, nesnel niteliktedir. “Bu özellikler duruma ait özelliklerdir. Durumun belirsiz olması kuşkumuzun kaynağıdır.”

Gerçi durumun belirsizliği araştırmaya yol açan ön koşuldur; ancak araştırmanın başlaması için yeterli değildir. Durumun “sorunsal” olmasına da ihtiyaç vardır. “Belirsiz durum araştırmaya konu edilme sürecinde sorunsal nitelik kazanır.”

Bu çok önemli bir noktadır. Demek oluyor ki, Dewey için araştırma ne olgu toplama ile ne de hemen bir hipotez ortaya atma ya da yöntemli kuşku yolundan eriştiğimiz kesin birtakım doğrulardan mantıksal çıkarımlar yapma ile başlamaz.

Belirsiz durumu, durumun sorunsallaştırılması onu da sorunun çözümünü belirleme aşaması izler. Sorunun çözümü her şeyden önce sorunun açıkça ortaya konmasını gerektirir. Bu da hemen olacak bir iş değil. “Sorunu iyice irdelemeden kesin ve açık sayma yoluna gidersek, daha baştan yanlış bir yol tutmuş oluruz. Sorunu nasıl tanımlamalıyız ki, çözüme giden yol kendiliğinden belirmiş olsun?

Gözden uzak tutulması gereken ilk nokta şudur: bir durum tümüyle belirsiz ise bunu yapısal öğeleri kesinlikle belirgin bir soruna dönüştürme olanağı yoktur. İlk adım, belirsiz durumdaki (varsa) belirgin öğeleri arayıp bulmaktır. … Bunların gözlem olarak saptanmasıyla belirsiz durum sorunsal bir nitelik kazanmaya başlar.

Gözleme konu bu olgusal koşullardan çözüm bir düşünce olarak doğar, ancak bu henüz bir olasılıktır. … Sonuca ulaşma iki aşamayı daha (Dewey’nin “Akıl Yürütme” dediği çözüm olarak beliren düşünceden olgusal sonuçlar çıkarma aşamasıyla, “Olgu-anlam Bağlamının İşlemsel Niteliği” dediği gözlemle saptanan olgularla, bunlardan doğan çözüm düşüncesi ya da hipotezin soruna çözüm getirmedeki işlemsel görevlerini belirleme aşaması) gerektirmektedir. Ancak bu aşamalar bizi şunda ilgilendirmediğinden, araştırmanın ilk aşamsında izlenecek yöntem ne olmalıdır, sorumuza dönüyoruz. Dewey’nin bu soruya verdiği yanıtta açıklık kazandı: Araştırma sorunsal bir durumla başladığından, önce bu durumu oluşturan belirgin olguların saptanması gerekir. Sonra bu olguların sezinlettiği ve soruna çözüm vadeden hipotezi belirlemeye, ardından hipotezi, olgusal sonuçlarına giderek işlemsel olarak doğrulamaya sıra gelir.

Görülüyor ki, raştırmaya başlatmada izlenecek yöntem konusunda yetkilliler anlaşmazlık içindeler. Gerçi hepsinin paylaştığı bir nokta var, o da, kafamızı daha baştan geleneksel inançlardan temizlemiz gereği. Bacon’da bu alışılan geleneksel inançları oluşturan saplantıları belirleme, Descartes’da kuşkulanılabilecek her şeyden kuşkulanma biçimi almaktadır. Cohen, Nagel ve Dewey de başlangıçta kuşkulanmyı öğütlemektedirler. … Ancak kuşkulanmayı bu  öğütleyiş, kafamızı geçici bir süre için de olsa, alışılmış inanç ve saplantılardan temizleme isteği olumsuz bir yaklaşımı vurgular. Olumlu yaklaşıma baktığımızda yetkililerin anlaşamadıklarını açıkça görüyoruz.

Bacon kafamızda herhangi bir hipoteze yer vermeksizin olgu toplamamızı bize öğütlüyor. Hatta saplantılardan kurtulmak için de buna ihtiyaç var, diyor. Descartes ise, kuşkuyu son çizgisine götürdükten sonra geriye kalan birkaç açık ve kesin doğrudan mantıksal çıkarımlar yaparak sağlam bilgilere ulaşabileceğimizi salık vermektedir. Cohen ile Nagel daha değişik bir yöntemi, hipotez oluşturarak işe koyulmayı önermektedirler. Onlara göre de mantıksal çıkarım gereklidir; ancak, çıkarım Descartes’ın önerdiği gibi birtakım kuşku götürmez doğrulardan teorik sonuçlara ulaşmak yönünde değil, tam tersine teoriden olgulara doğru olmalıdır. Olgudan hipoteze gidiş imgelemin psikolojik bir sıçrayışı olup formal mantıkla belirlenemez. Bu nedenle işe hipotez oluşturmakla başlamak gerekir. Mantıksal çıkarım daha sonra gelir: görevi hipotezi, olgusal sonuçlara giderek işlemsel yoldan test etmektir. Hipotezin önemini vurgulama bakımından John Dewey, Bacon ile Descartes’a değil, Cohen ile Nagel’e yakındır. Ancak onu hepsinden ayıran başlıca özelliği başlangıçta sorunsal durumu vurgulmasıdır…

Şimdi, bu değişik yaklaşımlar üzerinde ne diyebiliriz? İsteğimize göre birini ya da diğerini seçebilir miyiz? Yoksa içlerinden birini diğerlerinden daha geçerli saymak için bazı nedenler bulunabilir mi?

Bu soruları yanıtlayabilmek için, niçin hepsinin geleneksel inançları reddetmekte birleştiklerini anlamamıza ihtiyaç vardır. Bu inançlar doğru olamaz mı? Bunları reddetmeksizin a priori reddetmek doğru mudur?

Yanıtı açıktır: ortada bir sorun olduğu için bunları reddetmek gerekir. Bu inançlar doğru olsaydı ortada bir sorun da olmayacaktı. Sorun olduğuna göre bu inançları doğru ya da yetreli saymaya olanak yoktur; hiç değilse yeterlikleri kuşku konusu olmak gerekir. Yeterlikleri kuşku konusu inançlardan yola çıkmak ise bilerek aldanmaktır. İşte bu nedenle, geleneksel inançların araştırma sonunda doğru çıksalar bile, başlangıçta reddedilmesi genel bir ilke niteliği kazanmıştır.

Gözden kaçmamamsı gereken nokta şudur: bir problem olmadıkça araştırmanın başlaması olanak dışıdır. Araştırmanın başlamış olması geleneksel inançların yetersiz olduğu anlamına gelir…

Geleneksel inançların reddinden sonraki olumlu adım, dikkati sorun veya problemin niteliği üzerinde toplamak, Dewey’nin deyimiyle “sorunsal durumu” anlamaya çalışmak olmalıdır. İşe ne olgu toplayarak, ne Descartes’ın mantıksal çıkarımlarına giderek, ne de hipotez kurarak koyulabiliriz; işe sorunsal durumu algılamakla başlayabiliriz; çünkü başlangıçta önümüzde sadece bir problem vardır.

Araştırma ancak beklentimize ters düşen bir aykırılığın ortaya çıkması halinde, geleneksel inançların yetersiz kaldığı yerde, kuşkumuzu giderecek olguların bilinmediği ya da çözüm getirecek hipotezlerin henüz düşünülemediği durumda başlar. Bu demektir ki, araştırmada kalkış noktası daima bir problemdir.

Bu açıdan sorumuza verilen yanıtlar arasında John Dewey’ninki en doyurucusu sayabiliriz…


Nortrop, F.S.C.() Journal of Philosophy, Vol LV:No:25, December, 1958.   İki ana bölümden oluşan metnin yalnız birinci bölümü çevrilerek alınmıştır. (C.Y.)

(1)    An Introduction to Logic and Scientific Method. Bkz. Ek: 4. (Çeviren)

Updated on 18 Mayıs 2019