Algılanabilir nitelikteki nesne, olay, olgu, ve süreçler, bizim de bir parçası olduğumuz fiziksel ya da asıl gerçeği oluşturur. Bu gerçeğin içinde insan eliyle oluşturulmuş gerçek de bulunur. Bir zamanlar barınmak için doğal mağaraları kullanan insan, yeterli mağara bulamayınca doğadaki mağaraların benzerlerini kayaları ve taşları oyarak yaptı. Günümüzde, yalın nesnelerin benzerlerini üretmekten, var olan olayların, olguların, ve süreçlerin benzerleri yanında, daha önce hiç gözlenmemiş hem de fiziksel gerçekmiş gibi algılanabilen olay, olgu, ve süreçleri üretir duruma geldik. İnsan eliyle oluşturulan ve fiziksel gerçekmiş gibi algılanabilen bu gerçeğe sanal gerçek diyoruz.
Devinim içindeki gerçek dünyayı çok boyutlu bir yap-boz gibi düşünebiliriz. Bu yap-bozun bazı parçaları zaman içinde geçici ya da sürekli olarak kaybolabilir. Ancak doğa, kaybolan parçalardan dolayı oluşan boşlukları yeni parçalar oluşturarak bu yap-bozun bütünlüğünü ve sürekliliğini korur. Yap-bozun her parçası sanki bu işlevle donatılmış gibidir. Diğer parçalara göre fiziksel gerçekliğe eklenmiş insan eliyle üretilen gerçeklerin sayısı ve çeşitliliğinin çok fazla olması, bu yap-bozun en yetenekli parçasının insan olduğunu gösteriyor.
Bu yeteneğimizi nasıl kullandığımıza yakından bakacak olursak, oluşturmak istediğimiz gerçeğin bir benzerini önce beynimizde bir tasarım süreci sonunda oluştuğunu görürüz. Bu tasarım süreci sonunda model adını verdiğimiz gerçeğin düşünsel dünyamızdaki bu benzeri tasarımcısına fiziksel bir gerçeğin tüm özelliklerini duyumlatabilecek sanal bir gerçektir. Daha sonra da bu sanal gerçek bir resim, şekil, ya da girdi ve çıktılarıyla bir dizgenin soyut modeli olan matematiksel denklemler biçiminde tasarımcının dışındaki beyinler tarafından da algılanabilir bir fiziksel gerçekliğe doğru evrilmeye başlar.
Bu bizi, sanal gerçeğin fiziksel gerçeği öncelediği düşüncesine götürebilir. Gerçek bir gül olmadan sanal bir gül ya da hiç benzeri görülmemiş bir çiçek tasarlama olanağı yoktur. Öte yandan, çölün ortasındayken gözlerimizi kapatıp düşünsel gücümüzü kullanarak beynimizde bir gül tasarlama ve onu gerçek bir gülün sapı, yaprakları, dikenleri, rengi ve kokusuyla gerçek bir gül gibi algılayabilme yeteneğine sahip olduğumuzu, ve bilgi ve bilişim teknolojimizle giderek fiziksel dünyadan alınan kavramların örtüklendiği çok boyutlu ve çok katmanlı sanal dünyalar oluşturabildiğimizi düşünürsek, içinde yaşadığımız evrenin fiziksel bir gerçek mi yoksa sanal bir gerçek mi olduğu konusunda da kafamız karışabilir.
Etkileşimli bilgisayar oyunları ve karmaşık sanal dünya tasarımlarındaki gelişmeler, yeterince ayrıntılı biçimde deneyimlenen bu sanal dünyaları fiziksel gerçek dünyalar gibi algılatabilmektedir. Dokunma hissi veren devreli bir eldiven ya da vites kolu gibi bir oyun çubuğuyla etkileşim içinde böyle bir deneyim yaşayan kişiye sanal dünyadan geri bildirim sağlayan dizgeler de devreye girdiğinde, yaşanan gerçeğin yalnızca görsel bir gerçek olmanın ötesine geçtiği ve bu gerçeğin fiziksel mi yoksa sanal mı olduğunu ayırt etmenin giderek zorlaştığı görülür. Dolayısı ile, ileri bilgi işlemenin tüm bir evrenin devinbilimini yönetecek kadar karmaşık olabileceğini düşünmek zor değildir. Fiziksel evrenimiz, sonuçta, Galileo’nun da sözünü ettiği gibi, fiziksel denklemler ve matematiksel usa vurmalarla yaklaşıklanıyorsa, “fiziksel” gerçeklik yasaları neden sanal gerçeklikle yaklaşıklanamasın? Eğer bu yapılabiliyorsa, aslında sanal bir dünyada yaşıyor olduğumuz kolay red edilir bir sav olmaktan çıkabilir.
Evrenimizdeki fiziğe bir bakacak olursak, bir çok çelişim ve belirsizlikle karşılaşırız. Whitworth(2007) aslında sanal bir dünyaya gömülmüş olabileceğimiz yönündeki kuramını savunurken, nicey fiziğinin böyle bir alan olduğunu ve “garip” fizik olarak ele alınması gerektiğini vurgulamıştır. Sıra dışı bu makalesinde, evrenin bilgi işlemle yaratılan sanal bir gerçek olduğu düşüncesi tartışılmakta, ve bu garip düşünce fiziksel dünyaya ilişkin çağdaş fiziğin bulgularıyla ilişkilendirilmektedir:
«… Sanal gerçek kavramı çevrimiçi dünyalardan bildiğimiz bir kavramdır, ancak sanal bir gerçeklik olarak dünyamız bilimden çok bir bilim kurgu konusudur. Mantıksal olarak yine de dünyamız çok-boyutlu uzay-zaman ekranında çalışan bir bilgi benzetimi olabilir. Hatta, eğer evrenin özü bilgi ise, madde, yük, enerji ve hareket bilginin görünüşleri olabilir, ve bir çok korunum yasası tek bir korunum yasası olabilir.
Eğer evren sanal bir gerçekse ve her sanal gerçek bir düğmeye basılıp nasıl başlatılıyorsa, büyük patlamayla evrenin yaratılması da çelmeli olmaktan çıkar. Dünyanın nesnel bir gerçek mi yoksa sanal bir gerçek mi olduğu bilimin ele alması gereken bir konuya dönüşür. Uzay, zaman, ışık, madde ve hareket gibi ana fizik özelliklerin nasıl bilgi işlemeden çıkarılabileceğini çağdaş bilişim-bilim söyleyebilir. Böyle bir yaklaşım, uzay-zaman bilgi işlemeyle nasıl yaratılır sorusunu yanıtlayan bir nicey kuramı ile enerji ve madde bilgi işlemeyle nasıl yaratılır sorusunu yanıtlayan bir görelilik kuramını uzlaştırabilir.»
Kaynaklar
Dünya bir simülasyon mu? İşte kanıtlar
Whitworth, Brian(2007) The Physical World as a Virtual Reality, Research Report Series, Centre for Discrete Mathematics and Theoretical Computer Science.
Velmans, Max(1998) Physical, Psychological, and Virtual Realities, ,In J. Wood (ed) The Virtual Embodied. London: Routledge, pp45-60.